4 Ağustos 2013 Pazar

                                 Vlad Dracula: 15. Yüzyıldan Enteresan Bir Figür


     İki yıldan az bir süre sonra Kont 100. Doğum gününü kutlayacak ve dünyanın her yanından birçok Dracula hayranı bu etkinliğin altını çizmeye niyetli. Elbette, neredeyse herkes bu nosferatu’yu (Rumencede vampir) duydu: Max Schreck, Bela Lugosi, Christopher Lee ya da Gary Oldman’ın yer aldığı filmler vasıtasıyla; yakın zamanda yayınlanmış olan Anne Rice’ın Vampir Günceleri’nin de arasında bulunduğu birkaç kitapla; hatta çocukluğumuzda bize okunmuş masallarla.  Hepimizin Kont’un kim olduğu hakkında bir fikri var. Fakat Vlad Tepeş Dracula, Bram Stoker’ın romanına ilham olan tarihi karakter, kesinlikle daha az biliniyor. Bram Stoker’ın yüzyıllık gotik şaheseri vesilesiyle, 15. Yüzyılın bu sinsi lideri ve hayatına dalıyoruz.

    
   Vlad Tepeş 1431’in kasım ya da aralık ayında, Romanya Sighioşara Kalesi’nde doğdu. O sıralar İmparator Sigismund tarafından Transilvanya’ya askeri vali olarak atanmış babası Vlad Dracul, yaklaşık bir yıl önce Ejderha Tarikatına girmişti. Bu tarikat -Hospitalier Şövalyeleri ve hatta Töton Şövalyeleri ile karşılaştırılabilir- 1387’de Kutsal Roma İmparatoru ve ikinci eşi Barbara Cilli tarafından kurulmuş yarı-askeri ve dini bir cemiyetti. Son derece gizli faaliyet gösteren bir kardeşliğe ait bu şövalye tarikatının temel amacı, Katolikliği yaymak ve Türkler üzerine Haçlı seferleri yapmaktı. Tarikatın bizim için önemli olmasının farklı nedenleri var. İlk olarak, bize “Dracula” isminin açıklamasını yapıyor; “Dracul” Rumencede “Ejderha” demektir,  Vlad Tepeş’in babasının Ejderha Tarikatı’na alınışını bilen Rus toprak sahipleri, ona “Dracul” dediler. Ve “Dracula” sonuna bir küçültme eki getirilerek “Dracul’un oğlu” anlamı kazandı, böylece Vlad Tepeş tarafından kullanılan bir soyadı oldu. Bu tarikatın ikinci önemli rolü ise Bram Stoker’ın şeytani karakterinde ilham aldığı Tarikat’ın sadece Cuma günleri ve İsa’nın Tutkusu’nu anma törenlerinde giyilen resmi giysisiydi –kırmızı giysi üzerine siyah yaka- .

     1436-1437 kışında Dracul Eflak (Romanya’nın üç bölgesinden biri) prensi oldu ve prensliğin başkentindeki Tigoviste Sarayı’nda ikamet etmeye başladı. Vlad Tepeş altı yıl babasıyla birlikte prenslik sarayında yaşadı. 1442’de siyasi sebeplerden ötürü, Dracula ve erkek kardeşi Radu Sultan II. Murad tarafından esir alındı; kardeşi 1462’ye kadar kalmaya karar verdiği halde Dracula 1448’de tutsaklığına son verilince Türkiye’den ayrıldı. Şüphesiz Türk esaretinde geçirdiği bu vakit Dracula’nın yetişişinde büyük rol oynamıştır; hayatını şekillendiren aşırı kötümser bakış açısını yaşamının bu döneminde şekillendirmiş olmalı. Gerçekten de Türkler onu, babasına II. Vladislav tarafından düzenlenen suikast haberini verdikten sonra serbest bırakmışlardı. Aynı zamanda babasının en büyük oğlu ve kendisinin ağabeyi olan Mircea’nın ölümünü, Tirgoviste’teki Rus toprak sahiplerinin ona yaptığı işkenceleri ve onu nasıl diri diri gömdüklerini de öğrenmişti.

     17 yaşında iken Vlad Tepeş Dracula, kendisine Mustafa Hasan Paşa tarafından verilmiş bir Türk süvari birliği ve yaya bölükle desteklenerek Eflak tahtına oturmak üzere ilk büyük hareketini yaptı. Fakat sadece 2 ay sonra tahtta hak iddia eden II. Vladislav’a yenildi.  Dracula Eflâk’taki ikinci ve büyük hükümranlığını emniyet altına almak için, babasının intikamını aldığı ve can düşmanını öldürme zevkine nail olduğu 1456 Temmuzunu beklemek zorundaydı. Vlad bundan sonra, nice zulümler gerçekleştirdiği ve dolayısıyla tartışmalı şöhretini oluşturduğu en uzun hükümdarlığına –altı yıl- başladı.

   İntikam almaya yönelik ilk hareketi, babasına ve ağabeyi Mircea’ya suikast düzenleyen Tirgoviste’teki Rus toprak sahipleri üzerineydi. 1459 olduğuna inandığımız bir Paskalya Pazarında prenslik ziyafetine katılan tüm seçkin Rus ailelerini tutukladı. Yaşlı olanları kazığa oturturken, diğerlerini başkentten Poenari şehrine kadar yürümeye zorladı. Seksen bin kilometrelik bu uzun yürüyüş oldukça meşakkatliydi ve hayatta kalanların hedefe varana dek dinlenmesi yasaktı.  Ardından Dracula onlara Arges Nehrine bakan karakol harabesinde bir kale inşa etmelerini emretti. Çoğu bu süreçte öldü, Dracula da böylece yeni bir soylular sınıfı yaratmayı başardı ve gelecekteki acil durumlar için bir kale elde etti. Bugün yapıdan geriye kalanlar Dracula Şatosu adıyla bilinir.

   Vlad vahşi ve acımasız cezalandırma teknikleriyle oldukça meşhur oldu; Sıklıkla insanların derilerinin yüzülmesini, kaynatılmalarını, kör edilmelerini, asılmalarını, yakılmalarını, diri diri gömülmelerini, boyunlarının vurulmasını, boğazlanmalarını, kızartılmalarını, doğranmalarını, çivilenmelerini, hançerlenmelerini emrederdi. Bununla birlikte burun, kulak, cinsel organ, kol ve bacak kesmekten de çok hoşlanırdı. Fakat en sevdiği yöntem kazığa oturtmaktı, bundan ötürü ona verilen “Tepeş” soy ismi Rumencede “Kazıklayan” anlamına gelir. Hatta Türkler bile ona “Kazıklayan Prens” anlamına gelen “Kaziglu Bey” derlerdi. Bu onun 1457,1459 ve 1460’da ticari kuralları görmezden gelen Transilvanyalı tüccarlar üzerinde kullandığı teknikti. Transilvanya’daki Alman Saksonların üzerine düzenlediği akınlar da Eflâk ticari aktivitelerini korumak ve geliştirmek için yaptığı ön-milliyetçi girişimlerdi.

    Vlad Tepeş Dracula’nın felsefesi hakkında birçok anekdot bulunmaktadır. Örneğin ülkesinin her yerinde, en çok dürüstlük ve düzen üzerinde şiddetle duruşuyla tanınırdı. Neredeyse her suç, hırsızlık ve yalancılıktan cinayete kadar, kazıklanmaya cezalandırılabilirdi. Yasalarının etkisine o denli güveniyordu ki Tirgoviste meydanına sergilenmek üzere bir altın kupa yerleştirdi.  Kupa susamış gezginler tarafından kullanılabilirdi fakat meydanda kalmak zorundaydı. Mevcut tarihi kaynaklara göre kupa Vlad’ın hükümranlığı boyunca hiç çalınmadı ve buna teşebbüs edilmedi. Dracula aynı zamanda tebaasının çalışmasına ve topluma katkıda bulunmasına da çok dikkat ederdi. Yoksullara, dilenci ve serserilere hırsız gözüyle bakardı. Bu nedenle Eflâk’ın bütün hasta ve yoksullarını büyük bir ziyafet için prenslik sarayına davet etti. Davetliler yiyip içtikten sonra, tüm salonun tahtalarla kaplanmasını ve ateşe verilmesini emretti. Kimse sağ kalmadı.

    1462’nin başlarında, Vlad Danube Nehri boyunca yaşayan Türklere karşı sefer başlattı. Bu çok riskli bir karardı, zira Sultan II. Mehmed’in askeri kuvvetleri Eflak ordusundan çok daha güçlüydü. Buna rağmen, 1462 kışı sırasında Vlad oldukça başarılı oldu ve birçok galibiyet elde etti. Sultan, Vlad Dracula’yı cezalandırmak için Eflâk’ı tamamen işgal etmekte karar kıldı. Elbette diğer amacı burayı bir Türk vilayeti haline getirmekti. Böylece Eflâk’a Dracula’nın sahip olduğu ordunun üç katı kuvvetle girdi. Müttefiki olmadığını gören Vlad Trigoviste’e doğru geri çekilmek durumunda kaldı, geri çekilme sırasında Türkler aç ve susuz kalsın diye kendi köylerini yaktı ve sularını zehirledi. Üstüne üstlük, Sultan yorulmuş bir halde başkente ulaştığında şahit olunabilecek en ürkütücü sahneyle karşılaştı: binlerce kazık yirmi bin Türk esirinden geriye kalan leşleri taşımaktaydı. Bu korku sahnesi tarihe “Kazık Ormanı” adıyla geçti. Dracula tarafından kasten sahnelenen bu dehşet verici taktik kesinlikle başarılıydı; bu görüntü Mehmed’in en yürekli komutanlarını bile derinden etkiledi ve Sultan, aç ve yorgun, yenilgiyi kabul etti (Değinmek gerekir ki, Victor Hugo bile Legende des Siecles’inde bu olaydan bahsetmiştir.) Bununla beraber, Eflak bölgesinden geri çekilen Mehmet Vlad ile girilecek bir sonraki savaş dönemini, Türklerin Eflak hükümdar ailesinden gözdesi olan küçük kardeşi Radu’ya bıraktı. Bir Türk ordusunun başına geçen ve Vlad’a ihanet edenleri de yanına alan Radu, ağabeyini Arges Nehri’ndeki Poenari Kalesi’ne kadar takip etti.

    Efsaneye göre bu, Dracula’nın karısının Türk tutsaklığından kaçmak için kendini yüksek bir savaş alanından nehre atarak intihar ettiği, bedeninin uçurumdan nehre düşüşünün olduğu ve Francis Ford Coppola’nın Dracula filminin bir sahnesinde kullandığı olaya denk düşüyor. Şüphesiz intihar edecek türden bir adam olmayan Vlad ise kuşatılmış kalesinden dağa çıkan gizi bir geçidi kullanarak kaçmayı başarmıştır. Arefu köyünün köylülerinden yardım alarak yeni Macar Kralı Matthias Corvinus ile tanışacağı Transilvanya’ya ulaştı. Fakat yardım sağlamak yerine, Matthias onu tutukladı ve Macaristan’ın başkenti Visegard’da hapsetti. Ancak 1475’te, Vlad üçüncü ve kısa hükümdarlığının keyfini çıkarmak üzere Eflak Prensi ünvanına sahip oldu. Nitekim 1476 Aralığının sonlarında öldürüldü.

    Bram Stoker’ın kurgusal karakteri için neden 15. Yüzyıldan bir Rumen prensini model aldığını bilmiyoruz. Bazı akademisyenlere göre Stoker Budapeşte Üniversitesi’nden Arminius Vambery (Hermann Vamberger) isimli bir Macar profesörle arkadaştı ve bu adamın Stoker’a Vlad Tepeş Dracula hakkında bilgi vermiş olması olasıdır. Ayrıca Dr. Abraham Van Helsing’in 1897’de yazdığı romanında Vlad hakkındaki bilgisinin kaynağı olarak “arkadaşı Arminius”tan bahsediyor olması bu teoriyi doğrular görünüyor. Tarihi Dracula (1431-1476) figürü ile modern edebi vampir miti arasındaki tek bağlantı 1897’de yazılmış olan romandır; Stoker karmaşık yaratığını oluşturmak için tarihi referanslar, halk söylentilerinden alıntılar ve kendi hayatından tecrübelere yer vermiştir. Ayrıca değinmeye değerdir ki Vlad Tepeş’e ihanet edenler -çoğunlukla Alman Saksonlar- prensin ismini lekelemek için Rumencedeki “Dracul” kelimesinin öteki anlamı olan “Şeytan”ı sıkça kullanmışlardır. Acaba Rumencedeki “ejderha” ve “şeytan” kelimeleri arasındaki ilişki, Vlad Tepeş ile vampirler arasında erken bir bağlantıya mı delalettir?


Benjamin H. Leblanc                                                       Çeviren: Şebnem Şahin
Master öğrencisi, Din Sosyolojisi
Montreal Üniversitesi, Kanada


Metnin aslı için: http://www.htspweb.co.uk/fandf/romlit/specnew/vlad/archive2/leblanc.htm


Kaynakça
Florescu, Radu, and Raymond T. McNally. Dracula: A Biography of Vlad the Impaler, 1431-1476. New York: Hawthorn Books, 1973. 239 pp.
Dracula: Prince of Many Faces; His Life and His Times. Boston: Little, Brown and Company, 1989, 261 pp.
Giurescu, Constantin C. The Life and Deeds of Vlad the Impaler. Dracula. New York: Romanian Library, 1969.
McNally, Raymond T., and Radu Florescu. In Search of Dracula: The History of Dracula and Vampires Completely Revised. 1972. Reprint. Boston: Houghton Mifflin Company, 1994, 297 pp.
Stoicescu, Nicolae. Vlad the Impaler. Translated by Cristina Krikorian. Bucharest: Romanian Academy, 1978.

Treptow, Kurt W., ed. Dracula: Essays on the Life and Times of Vlad Tepes. East European Monographs, no. 323, New York: Columbia University Press, 1991. 336 pp. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder