4 Ağustos 2013 Pazar

                         Clauson Etimolojik Türkçe-İngilizce Sözlüğü'nden Renk Adları Üzerine Çeviri

 Ürün genel anlamda ‘beyaz’, karşısında a:k, 6. Yüzyıla kadar çok yaygın fakat ondan sonra neredeyse kesin. Yakutçada hayatta kalmış  ürün ‘beyaz’ (L. K. Pekarsky 3178), ve belki de Kırgızcada. Ürün haran ‘şafak’ ve Güneybatı Anat 20. Yy. ürün ‘süt, yoğurt’ Söz Derleme Dergisi 1436. Sporadic Uygurcadaki yürün yazımlarının daha erken biçimi temsil etmesi kuşkulu. Eski Türkçe 8. Yy ürün kümüşi:n ‘onun beyaz gümüşü’ Bilge Kağan N11: başka bir olgu T 48 (altu:n):8 ve takip eden sayfalar ürü:n esri: ‘beyaz benekli’ Irk Bitig 4 (‘doğan’); 41 (‘inek’ ve ‘yavru boğa’); başka yerlerde aynısı 5 ve 20; yürün taş ‘beyaz taş’, başka yerlerde: Uygurca 8. Yy ve ilerisi, yürün tonluğ dındarka ‘beyaz cüppeli seçkin bir kişiye’ M III 30,10-11: ürün M I 22, 4 (ii): Budist Uygur. Yürün yipin yaruk yaşuk ‘beyaz ve mor ışık’ (iki sözcüğün bir anlam verebilmek için birleşmesi) TTV 4,12; başka yerlerde PP 42,2 (egir-); TTV 6,47: U IV 30,51-2, vb.: Halk Uygurcası. Ürün yerlig (bir döşek) ‘beyaz bir yerle birlikte’ (ve renkli nakış) USp. 79,6; yürün bulıt ‘beyaz bir bulut’ TTI 4 başka yerlerde TT VII 13, 29; HI 91, vb: Eski Kırgız Dili 4. Yy ve sonrası. Ürünümig kara:mığ a:zdım ‘beyaz ve kara hayvanlarımdan(?) ayrı düştüm’ S. Ye. Malov 11,3 (akrabalarım,çocuklarım) ürünü:m kara:m aynısı 45,7: Hakani dili 6. Yy. ürün al-abyad her şeyin ‘beyaz’ı, Oğuz’da (1) ak: ürün al kudba ‘tırnaktaki hilal biçimli beyaz bölüm’, bu genç insanların tırnaklarındaki al-fufa(ditto)’dur; Biri tırnak ürüni derse: bayadu’l-zufr: ürün hulwanu’l-kahin ‘bir kahinin ücreti’; biri elig ürüni ber derse ‘ücreti ver’ Kaşgari I 134; üç farklı yerde: KB ürün ‘beyaz’ yaygındır, ürün kedtim as ‘üstüme bir ermin kürkü (elbise) giydim’ 84: başka yerlerde 881, 1103 (1 saç) 1319, 3840 (ertini), 5640, 6622: 8. Yy(?) Atabetü’l Hakayık (elçilerde olur) ürün yüz ‘beyaz (yani ışıldayan) yüzler’ 25; Tefsir ürün ‘beyaz’ (saç, ışık) 250 (örün): Çağatayca 15. Yy ve ilerleyen yıllar. ewrün (imla bu şekilde) rüşan wa nurani wa hawayı şaf ‘ışıldayan, aydınlık, berrak hava’ Sanglax 53 v. I: Kıpçak 8. Yy. al-laban mutlaqa genel anlamda ‘süt’ ü:rün M. Th. Houtsma 16,11.

Kara; ‘siyah’, öncelikle fiziksel bir anlamda, fakat birçok mecaza sahip. Anlamları sıklıkla aşağılayıcı, örneğin kara: bodun ‘sıradan halk’ (aristokrasiye karşı) her dilde sık görülür; Moğolcadan erkenden alınmış sözcük, ve İrani,vb., Doerfer III 1440. Bu kelimeyi barındıran pek çok söz vardır, örneğin P II 132-42; Sİr James Redhouse 1448-50. Eski Türkçe 8. Yy kara: bodun ‘sıradan insanlar’ II E 41; kara: kamağ bodun I E 8, II E 8; başka yerlerde II N II; S 12 (teyin); T 52 (tök-): 8.yy ve ilerisi kara: ‘siyah’ Irk Bitig ve Toyok’da yaygındır; kara: kuş ‘kartal’ Irk Bitig 3 (‘altın kanatlı’ olarak tasvir edilmiş), 43; Mani belgelerinde yaruklı karalı ‘ışık ve karanlık’ Chuastuanift 166, 170-1, vb. başka yerlerde kara ‘karanlık, koyu’; kara bodun TT II 8,69; 10,81: Yenisey Yazıtları kara: bodu:n S. Ye. Malov 32,6; başka yerlerde aynısı 30,4; 37 I (xa:n): Uygurca 8. Yy kara egil bodunığ ‘sık rastlanır sıradan halk’ Şine-Usu Yazıtları E 2; başka yerlerde E 5, N12; 8. Yy ve ilerisi Budist Uygur metinleri kara ‘siyah’ yaygındır; kara kuş U II 31,54; kara bodun U III 27,3(ii); TT x 170 vb.: Halk Uygurcası kara ‘siyah’ yaygındır; yılkı kara TT VII 28, 43; 29, 6; 33, 19 ‘hayvanlara’ verilen ortak bir addır, belki ‘atlar ve sığırlar’; kara baş ‘köle’ (erkek ya da kadın) USp. 61, 3 ve ilerisi; 73, 3 ff.; I 10, 3 ff; kara aynı zamanda PNs ve USp: XIV Çince-Uygurca Sözlük ‘siyah’ kara; ‘vaşak’ kara kulak Ligeti 162;R I1 134: 0. KI ıx ff. kara bodun S. Ye. Malov 3,6 vb; ürünü:m kara:m aynı şekilde II 3; 45,7 ‘beyazım ve siyahım’ ‘hayvanlar’ için bir söz gibi görünüyor: Hakani Türkçesi 6. Yy kara: her şeyin ‘siyah’ı, ve Hakani hükümdarları bunu isim olarak alırlar, Buğra: Kara: Hakan: derler, bununla ilgili bir hikaye vardır; kara: kuş al-'uqab ‘kartal’ (muhtemelen özelikle ‘altın kartal’): kara: kuş ‘Jupiter yıldızı’ (al-muştari), bu şafakta doğan bir yıldızdır ve ismi kara: kuş yulduz: (Oğuz sözü): kara: orun ‘mezar’ (al-qabr) (verse), aslı kara: orun yani ‘karanlık yer’: kara: baş ‘köle’ için bir sözcük (al mamluk), hem kadın hem erkek için, anlamı ‘siyah baş’: kara: ot ‘zehirli bitki’ bu bitkisel bir zehirdi: kara: ya:ğ al naft ‘neft yağı’: Kara: Senir Barsağ:n’da bir yer adı: kara etme:k şu şekilde yapılan bir ekmeğin adı; et pişirilir; sonra un yağ ve şeker eklenir ve koyulaşana kadar kaynatılır, çıkarılır ve yenilir; ve şarkı olarak söylerler (fi’l-itba) kara: kura: Kay. 111 221-2; başka yerlerde. I 331 (kuş); 150 (egetlik); III 33, 2 (bun); 40 (yultuz); kara: aynı zamanda aşirete ait ve coğrafi isimlerde bulunur ve başka yerlerde de oldukça yaygındır: KB kara ‘siyah’ yaygındır 22, 77 vb.; kara: kara bodun’ın ksaltması olarak 250, 256 (2 tura:), 778, 988 (to:d-); kara ‘siyah mürekkep’ 2715: kara kuş ‘Jupiter’ 5675, 6219; kara kuş ög: ‘kartal renkli’ (yani siyah) 3949: xııı (?) At. kul kara baş 298; Tef. Kara ‘siyah’; kara baş/ kara kul ‘köle’; yılkı kara ve kara ‘sığır’ R II 140-1 (quotns.); Muh. Al aswad kara: Mel. 10, 17; 68, 2; Rif. 84, 168; al cariya ‘köle kız’ kara ba:ş (qu:ş olarak yanlış yazılmış) 51, 9; al-suriyya (‘cariye’) wa’l-cariyya ma’a(n) kara: ka:ş 147; al-‘uqab kara: kuş 72, 13; 175; al-xarkalı ‘otağ’ kara: ew 76, 11; 180: Çağatayca 15. Yy ve sonrası kara (ı) siyah ‘siyah’ (quotn.); (2)

Kızıl Intrans. Dev. N./A. fr. kız-: ‘kırmızı’ S.i.a.m.1.g.; Soğdcadan gelmiş; Doerfer I11 1481. Cf. 2 a:l Eski Türkçe 8.yy kızıl kanım ‘kızıl kanım’ T 52: 8. Yy ve ilerisi kızıl kaya: ‘kırmızı bir taş’ Irk Bitig 51: Uygurca 8. Yy ve ilerisi Budist Uygur Metinleri kızıl sağızğan ‘kırmızı saksağan’ (bir yıldızın adı) TT VI 95: Civ. kızıl orduluğ ‘kırmızı bir saraya sahip olmak’ TT VII 13, 34; kızıl çından ‘kırmızı bir sandalağacı’ H 191; ve başka yerlerde: 14. Yy Çince-Uygurca Sözlük ch’ih ‘kırmızı’ (Giles ı,967) kızıl Ligeti 167: Hakani Türkçesi 6. Yy kızıl al-ahmar her şeyin ‘kırmızı’sı (prov., verse); Kızıl Kaşgar’da bir nehrin adı Kay. I 394; I 40 (2 en), ve başka yerlerde: KB (baharda ağaçlar kendilerini leylak rengi, kırmızı, sarı, mavi ile süslerler) kızıl 67; başka yerlerde 120, 954, 23 12 (alçı:), xııı(?) At. 26 (2 en); Tef. kızıl ‘kırmızı’207: xıv Muh. ahmaru'l-şa'r ‘kızıl saçlı’ kızıl saç Mel. 46, 5; Rif. 139; başka yerlerde  68, 2-6; 78, I ; 168; 181 : Çağatayca 15. Yy ve ilerisi kızıl (r) surx ‘kırmızı’; (2) aşkar wa şadid ‘aşikar ve kuvvetli’; (3) ‘bir çeşit kırmızı kuş’; (4) ‘bir şahin çeşidi’ San.296v. 9 (quotn.; kızılla başlayan birkaç söz bunları takip eder) Xwar. xııı(?) ataş kızıl ‘ateş kadar kırmızı’ Oğ .6; kıp kızıl ‘derin kırmızı’ do. 166: Kom. Xıv ‘parlak kırmızı’ kızıl CCI; Gr; Kıpçak dili 8. Yy al-ahmar kızıl Hou. 31, 2: xıv dittokıp kızıl al şadidu’l hurma İd 71: xv fi ta’kidi’l-humra kıp kızıl Kav. 5, 9; ahmar kızıl Tuh. 68b. 3; ve başka yerlerde.

Sarığ ‘sarı’, bazı fonetik değişimlerle beraber her dilde yaygın; belli ki erken çağlarda Moğolcadan geçmiş bir kelime as şira (Haenisch 141) Eski Türkçe 8. Yy sarığ altu:n ürün kümüş ‘sarı altın ve beyaz gümüş’ T 88; 8. Yy ve sonrası sarı:ğ taş ‘sarı (kıymetli) taş’ Toy. 8 (EYT II 58); sarığ atlığ savçı: ‘sarı atlı ulak’ Irk Bitig II: Uygurca 8. Yy ve ilerisi Budist Uygur Metinleri sarığ altun PP 43,I: sarığığ (safra) Suv. 588,14; sarığ tözlüğ iğ ağrığ ‘safradan yükselen hastalık’ do. 19-20; ve başka yerlerde: Cir. sarığ munga ‘sarı börülce’ (Sanskrit mudga) H I 87 I 19; sarığ erük ‘kayısı’ do. 101; sarığ (önlüg) ‘sarı renkli’ (gezegen) TT VII 15, 1-2; sarığ tözlük su:vsa:lık ‘safradan dolayı açlık’ VIII 1.II; ve başka yerlerde: Hakani Türkçesi 6. Yy sarığ her şeyin ‘sarı’sı (al-asfar); ve ‘yoğun sarı’ için sap sarığ derler; ve safra için basitçe sarığ: sarığ su:v ‘midedeki sarı su’ derler; ve melodik olarak ‘sarı’ için sarığ surığ derler Kaş. I374;  başka yerlerde I391 (kezig), vb.: KB. Ağaçlar kırmızıyla sarığ (mavi ve kırmızı) süslenir 67; (elim darda ise, yani cimri) sarığ kığla en ‘yanaklarımı sarı yapar’ 477: xııı(?) Tef. sarığ/saru ‘sarı’ 262: xıv Muh. Al-asfar sa:ru: Mel. 68,2:; sa:ruğ Rif. 168; al-bum ‘owl’ sa:ru kuş 73, 3; I 76; al-mişmiş ‘kayısı’ sa:rığ (Rif. Sa:ru:ğ) erük 78,11; 182: Çağatayca 15. Yy ve sonrası sarığ/sarık sarı Vel. 273 (quotn.): sarı sarığ’nın kısaltması zard ‘sarı’ San. 231r. 2 (quotn.); sarığ zard do. 6 (birkaç söz bunu takip eder) Xwar. xııı şarığ ‘sarı’

yaşıl (?ya:şıl) der. fr. ya:ş; muhtemelen yaşsıl’dan türemiş w. the Den. Suff. -811; aslında ‘bitkinin rengi’, yani ‘yeşil’ ama 4 kö:k çok kesin değil, bazen ‘açık mavi’ için kullanılmış, nu emin olamayış hala devam ediyor, SE Türki’de yaşıl ‘yeşil’ demektir ama ’yeşil çimen’ kök ot’tur. Bütün modern dillerde alışıldık fonetik değişiklerle hayatta kalmıştır. SE Tiirki yeşil/yegil/yişil; SW Az. Ya:şıl; Osm. yeşil; Tkm. yaşıl. Eski Türkçede 8. Yy ve sonrası (eğer değerli taşın rengi ise) yaşıl ‘yeşil’ (ya da açık mavi(?), muhtemelen turkuaz) Toy.
26-7 (ETY I1 59); başka Irk Bitig 51’de (yayla:ğ) Uygurca 8. Yy ve sonrası Civ. yaşıl burçak ‘yeşil bezelyeler’ T T VII 14, 69; ve başka yerlerde; Hakani 7. Yy yaşıl her şeyin ‘yeşil’i (al-axdar) , ve yap yaşıl ‘parlak yeşil’(al-axdar’ul-nadir) diye adlandırılır, ve melodiyle yaşıl yoşul  Kaş. III  19;III 162 (çüwit), ve beş o.o: iki kat yaşıl; III için yipgil’e bakınız: KB (kahverengi toprak ve) yaşıl kök ‘mavi gökyüzü’ 3,22,127, 1002; (kuru ağaçlar) tonandı yaşıl ‘kendilerine yeşiller giydirdiler’ 67; o.o 68, 120, vb.: 8. Yy(?) Tef. yaşıl ’yeşil’148: xıv Muh. Al-axdar ya:şı:l; şadidu’l-xudra yam ya:şıl Mel.  68, 2-6; Rif. 168; (‘yerlerin’ altında, vb.) xadir nadir ‘çayır’ ya:şı:l 76, 9; 180: Çağatayca 15. Yy ve sonrası yaşıl reng-i sabza ‘yeşil’; yaşıl baş ‘bir çeşit ördeğin adı’ San. 332v. 27: Xwar. Xıv yaşıl ‘yeşil’ Qutb 74; Nahc.
37, 16: Kom. xıv ditto CCI; Gr.: Kıpçaklarda 8. Yy al-axdar ya:şıl; abartılmış hali ya:m ya:şıl Hou. 3 I, 3-8: xıv ya:şıl al-axdar mina’l-alwan ve yaş ‘yeşil bitkiler’ için kullanılır, İd. 94: xv ‘parlak yeşil’ yam yaşıl, daha doğru olanı yap yaşıl Kav. 5, 8; al-axdar yaşıl do. 64, 15;
TA. 48. 2; 83b. 7: Osm. xıv to XVI yaşıl (yazımlarda arka ünlüleri göstererek) birçok belgede ‘yeşil’ TTS I 793; I1 lor I ; 111 779; IV 853.

A:k ‘beyaz’ aslen bir hayvanın postu, daha yaygın bir kelime olan ürün’e karşı,q.v., sonradan her anlamda ‘beyaz’. Her dilde hayatta kalmıştır, belli ki, sıklıkla mecaz olarak. Sayısız sözde kullanılmış, San., TTS ve R çok uzun listeler verir. Doerfer II 54’e bkz. Eski Türkçe 8. Yy ak adğır ‘beyaz bir aygır’ I E 35. 36; ak at ‘beyaz bir at’ I E 40; ak ‘beyaz at’ I N 2, 3, 5, 6, 9: 8. Yy ve sonrası a:k besi ‘onun beyaz kısrağı’ Irk Bitig 5; a:k at do. 19: Uygurca 8. Yy ve sonrası Civ. ak kışın az ‘sizin beyaz kışlarınız nadirdir’ TT I 159 (Uygurcada sadece bunun gibi sözlerde bulunuyor, ürün yaygın.) Hakani Türkçesinde ve Oğuz’da 11. Yy a:k Oğuz dilinde her şeyin ‘beyaz’ı, ve Türklerde atın rengiyle ilişkili, a:k at derler (ve iki yer isminde A:k Sa:y, A:k Tere:k) Kaş. I 80; ak bulıt örlenüp ‘bir yağmur bulutu yükseliyor’ I 258, 2; kerip tuta:r ak torı:n (bulutlar)’ağlarını gökyüzüne atarlar’, bu bir yağmur bulutudur III 39, 13:
xııı(?) Tef. ak ‘beyaz, şeffaf’ 47: xıv Muh, al-abyad a:k Mel. 68, 2; Rif. 168; a.o. (adğır): Çağatayca 15. Yy ve sonrası ak öy çadır ‘çadır’ Vel. 24 (quotns.); ağ/ak safid ‘beyaz’ San. 43v 14; 45t. 21 ve sayısız sözde, tercih edilen biçim: Oğuz 11. Yy Xak’a bkz.; a:k saka:l er ‘gri sakallı bir adam’ Kaş I 81: Xwar. XIII ‘beyaz’ 'Ali 12: XIII(?) ak koyun ‘beyaz bir koyun’ Oğ. 363; ak sakalluğ do. 312; ap ak ‘oldukça beyaz’ 231, 343: xıv ak ‘beyaz, beyazlık’ Qutb 9; (akrak ‘daha beyaz’ Nohc. 57. 7): Kom. xıv ‘beyaz’ ak/ax CCI, CCG; Gr.: Kıp. xvıı ak Hou. 3 I, 2: XIV ditto Id. 17 (ve söz kalıpları) Bul. 2, 15 (kalıplaşmış sözler) xv ditto Tuh. 4a. I vb.: beyazı vurgulamak için appak derler, aslen ap ak  Kaw. 5, 7; başka yerlerde 58, 18:  Osmanlıcada 14. Yy ve sonrası ağ ve ak ikisi de 14. Yyda görülür; ağ 16. Yy’a kadar görülür.

A:l ‘kırmızı’; Moğolcadan geçmiş bir kelime (Korc. 71; Haltod 16) yöneticilerin belge mühürlerken kullandıkları kırmızı mürekkep için; aynı zamanda Rusçaya aynı anlamda alyi olarak geçmiştir. Çoğu modern dilde hayatta kalmıştır; Güneybatı Türkmencede a:l. Cf. kızıl. Doerfer, I1 517’e bkz. Eski Türkçe 8. Yy ve sonrası Man. Al (gap) kedip ‘üstüne kırmızı cüppe giymek’ TT 11 8, 67-8: Uygurca 8. Yy ve sonrası Uygur-Budist Metinler (bir gezegen için) al sarığ ‘kırmızımsı sarı’ TT VII 15, 5; başka yerlerde Suv. 28, 15: Civ. USp. 79, 2 (ye:rli:g): 14. Yy Çince-Uygurca Sözlük hung ‘Çin kırmızısı’ (Giles 5,270) a1 I 349; I.igcti 128: Hakani Türkçesi 6. Yy a:l dibac naranciyu’l-lawn ‘turuncu renkli yüz kabartması’ hükümdarların ve onların kadın akrabalarının kaplandığı; ve al-lawnu’l-naranci ‘turuncu’ da a:l Kaş. I  81; başka yerlerde III 162 (çüvit): KB bu hıla bile kıl yağı menzi al ‘bu hile düşmanların yüzü kızarır’ 2356 (ef. 1 a:l); o.o. 67 (yipgin), 3709: xııı(?) At. al gül ‘kırmızı bir gül’ 342: XIV Muh.(?) (atların renklerinin olduğu bir listede) ramadi ‘kül renkli’ al Rif.171 (sadece Kıpçakçada oy;al-aşqar gibi bazı kelimeler muhtemelen belgeden düşmüş, bkz ala:) Çağataycada 15. Yy ve sonrası al… (4) surx-i nun rang ‘koyu kırmızı’ (quotn.); (5) muhr nigin-i padişahan-ı turk ferman ve yarlık’ların üzerine kırmızıyla basılan ‘Türk padişahlarının damga ve turası’ San. 49r. 15; al tamğa yukarıdaki (5) ile aynı çeviri do. 49v. 29 (quotn.): Xwar. 13. Yy(?) Oğuz Han doğduğunda al közlere sahipti Oğ. 6 (belki ala közler için sıkça yapılan bir hata): 14. Yy al ‘kırmızı, mor’ Qutb 7; M N 6, vb.: Kom. xıv ‘parlak kırmızı’ al CCI; Gr.: Kıpçak 13. Yy (atların renklerinin bulunduğu bir listede) al-aşqar ‘doru at’ al Hou. 13, 5 (al-ağbaru’l-ramadi oy ‘toz ya da kül renkli’ diye çevrilir) xıv a:l (arka ünlü ile) al-farasu’l-aşqaru’l-mayil ila’l-sufra ‘rengi sarıya çalan doru bir at’ İd. 20: xv aşqar al Tuh. 4b. 5.

Bo:z ‘gri’, hem genelde hem de özellikle bir atın derisi için kullanılır. Erken zamanlarda Moğolcadan geçmiş bir sözcük, as boro (Haenisch 19). Bazı fonetik değişikliklerle birlikte bütün modern dillerde hayatta kalmış. (b-/p-; -z –s) Doerfer II 786’ya bkz. Cf. ça:l. Eski Türkçe 8. Yy boz at ‘gri bir at’ IE 32, 33, 37; Ix. 4; 8. Yy ve sonrası boz bulı:t ‘gri bir bulut’ Irk Bitig 53: Uygurca 8. Yy ve sonrası Budist-Uygur Metinleri (ölen bir adamın) altın erini boz bolup ‘alt dudağı gri olur’ Suv. 595, 17: Hakani Türkçesi 11 yy. bo:z at al farasu’l-aşhab, laysa bi’l-afşah ‘gri bir at, ama açık bir tonundan değil(?)’ rengi beyaz ile mercan kırı arasında olan her havyan için bu kelime kullanılır; ve ‘kahverengi koyun’ için bo:z ko:y derler Kaş. III 122; bo:z kuş al-bazıyu’l-abyad ‘beyaz bir şahin’ II 12, 9; başka yerlerde III 224 (1 buğa:) xıv Muh. (renkler arasında) al-ramadi ‘kül renkli’ bo:z Mel. 68,4: Rif. 168: Çağatayca 15. Yy ve sonrası boz (ı) rang-i kabudi mayil ba-safidi ‘beyaza çalan bir mavi’; (2) mecaz. Asb-i nila ‘mavimsi mor bir renkte (yani koyu gri) bir at’ san. 134r. 6:Xwar. Xııı(?) (yaşlı bir adamın) moz saçlığ ‘gri saçlı’ Oğ. 312: Kom. xıv ‘gri’ boz ax CCI; Gr.: Kıp. xııı (at renkleri arasında) al-aşhab bo:z; al-axdar ‘koyu renkli’ temür bo:z ya’ni aşhab  hadidi ‘demir grisi’ Hou. 13,4; (mamluk’ların isimlerinden) bozğuş, doğrusu bozkuş 29, 8: xıv bo:z (arka ünlü ile) al-aşhab.

Kö:k (g-) basitçe ‘gökyüzü’: dolayısıyla ‘gökyüzü renginde, mavi, mavi-gri’, vb.; benzer renkleri yaşıl karşılar. Kuzeydoğu dilleri dışında tüm modern dillerde her iki anlamıyla bulunmaktadır, Kuzeydoğu dillerinde yalnızca ikinci anlam mevcuttur. Güneybatı Osmanlıda gök; Türkmencede gö:k; bu biçimler ve Az. köy’ün önerisine göre, Kaşgarlının, sonun -k olduğu yönündeki kategorisel açıklamasına rağmen orijinal biçim gö:g olmuş olabilir. Doerfer III 1677’ye bkz. Eski Türkçe 8. Yy üze: kök tenri: asra: yağız yer kılıntukda: ‘mavi gök üstte ve kahverengi yer altta olduğunda yaratıldı’ I E 1, II e 2; kök teyinin ‘onların gri sincap derileri’ II N 12, S 12; kök ön bir nehrin adı T 15; (I E 3,11 E 4?, oksız’e bkz.): 8. Yy ve sonrası kök yürün taş ‘mavi beyaz bir taş’ Toy. 5 (ETY II 57); oo. do. 21; Irk Bitig 64 (buymul): Man. üze on kat kök asra segiz kat yer ‘on kat gökyüzü üstte ve sekiz kat yer altta’ TT III 129; (düşen şeytanlar) köklerden… yergerü ‘cennetten yeryüzüne’ M II 7, 17: Chr. U 18, 13 (tegi:): Budist Uygur Metinleri (küçük erkek kardeşim) kök tenrike yoklağay ‘cennet kadar yükseğe yükselecek(mecaz)’ PP 57,2; başka yerlerde do. 61, 4; üstün kökdeki ‘yukarı gökte bulunan’ TT VII 40, 11-12; o.o. U 11 37, 53-4 vb.: (kalık) kök linxwa ‘mavi bir nilüfer’ PP 38, 1-2; Suv. 347, .8; (ölümlüleri çizdi) ‘gri çamurdan yeniden doğuşları’ (Sanskrit samsara) TT V 26, 85-8; ve başka yerlerde, temelde ‘mavi’ ve benzeri için Civ. TT 1 23 (uç-): 14. Yy Çince-Uygurca Sözlük R II 240 (kalık): O. Kır. 9. Yy ve sonrası (…dan ayrıldım) kök tenri:de: kün a:y ‘mavi gökteki güneş ve ay’ Mal. 10, 3; 45, 5: Hakani Türkçesi 9. Yy kö:k (-k ile) al-sama ‘gök’; kö:k to:n ‘koyu gri bir elbise’; aynı zamanda gökyüzünün rengine benzeyen her renk; ve kend kö:ki derler: bir şehrin kırsalı, ağaçların yeşiline dayanarak. Kaş. III. 132; Türkler ‘koyu toz rengi’ için köp kök der, ve Oğuzlar köm kök der; kö:k al-akhab’dır I 328, 19-20; ko:k temür ‘mavi demir’ I 361, 26; a.o. do. 362, 9; III 162 (çüwit); ve başka yerlerde ‘gökyüzü’ için: KB yaşıl kök ‘mavi gökyüzü’ 3, 1002-(kuru ağaçlar kendilerini yeşil (yaşıl), kırmızı, sarı ile süslerler), kök ‘mavi’ (ve kırmızı) 67; ve başka yerlerde her iki anlamda: Tef. kök ‘cennet’ MN 78, vb.; Kom. XIV kök ‘gök’ CCG ‘mavi’ CCI; Gr. 150 (quotns.).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder